
“Eski yıl sona erdi,
Yepyeni bir yıl geldi
Bu yıl olsun mutlu bir yıl
Bu yıl olsun hey hey!
Sanırım böyleydi zamanımızın şarkısı. TRT’de her sene yaşlı adam şeklinde hayata geçirilen bir önceki yıl, pılını pırtısını toplayarak üzgün şekilde sahneden ayrılırken, 4-5-6 yaşlarında bir oğlan çocuğu sevinçle ortaya çıkardı. Salağız anlamazık diye de, bu insanların üzerine senelerin belirtildiği kötü kağıtlar yapıştırılırdı.
Giden ve gelen senelerin erkek olduğunu kim çıkarırdı? *
Neden bir senecik bile olsun yaşlı bir kadın görmedik ekranda? Yoksa dönemin TRT yetkilileri yaşlı kadın çıkartmayalım dayağı yeriz mi diyorlardı?
O senenin kötü geçmesinde erkeklerin Mars’tan geldiği rivayetinin etkisi var mıydı?
Neden yeni yıl olarak ortaya atılan çocuk bebek değil de, basbayağı yürüyen, konuşan biri olarak çıkardı karşımıza?
Neden onca yıl geçmesine rağmen ben hala bu saçmalıkları hatırlıyorum?
En komiği de, sanki hayatımızda ilk defa içiyor, ilk defa yiyiyor gibi eve alınan kuruyemişler, meyvalar, pastalar, içeceklerdi. Bu duruma hala çok gülerim. Yeni yılı hep yiyerek ve içerek karşılayan bir nesil olarak obez olmadığımıza şükretmek lazım. Aynı duruma Ramazan aylarında da şaşırmaya devam ediyorum. İftariyelik kavramı hala çok garip geliyor. Sanki sadece Ramazan’da yiyiyoruz.
Bir de kırmızı don davası çıktı sonra yeni yıllarda. Salağın biri tam 24.00’da değiştirmek lazım demişti. Tineyç ben de inanmıştım. Hayatımdaki büyük saçmalıklardan biridir mesela. Çok şükür evdeydik.
Birkaç kez de memleketimin Kilise adı verilen lokallerinden birinde karşılamıştık yeni yılı. Aklım hep TRT’de dansöz çıkacak mı çıkmayacak mı’da kalmıştı. O zaman non-stop TV eğlencesi sadece yılbaşlarında olurdu. Oysa dışarıdaki eğlencelerde pek çok zenne sahne alırdı: küçük şehrin anlı şanlı, kelli felli önde gelenleri başlarında yanardöner salak bir şapka kalçalarını sallaya sallaya girerlerdi yeni yıla”.
Kendi komik yeni yıllarımı hatırladım durdum. Nedense son dönemdeki yeni yaşlarım gibi yeni yıllardan da çok hoşlanamadım.
Geçmişe özlem, içinde buruk mutluluk, hep bir dilek ama ya olmazsa korkusu...
Bu sene 7-8 yaşından beri sadece donanımı değişen ama süslerken hiç değişmeyen o hisle ağacımızı kurduk. Daha mutlu bir sene için, yeni umutlar beslerken, dostların yeni bir seneden ne anladığını merak ettim. Kâh tespit, kâh anı, işte bana benzeyen dostların yeni yılı... (Gönderiliş sırasına göre dizilmiştir).
Yakut. Yaş 30. İthalat-ihracat Müdürü: “Ben ne hatırlıyorum: 8-10 yaşlarında filanım, küçük bir taşra kasabasındayız. Kasabanın ileri gelenleri; doktor, hakim, savcı, banka müdürü filan gibi her yılbaşı birinin evinde toplaşılırdı. Herkes yiyecek birşeyler getirirdi, amannnn bir sofra olurdu ki görmeyin gitsin! Muz en gözde meyveydi, sanırım onu da kırk yılın başı yerdik, şimdi görmek bile istemiyorum ama o zaman altın gibiydi. Lezzetli, minik minik Anamur muzu, mis gibi de kokardı, severdik tum cocuklar… Mutlaka sofrada zeytinyağlı yaprak sarma, hindi, pilav olurdu, bir de evde pasta yapılırdı, mumlar üflenirdi. Kendisi yagusuklu, karısı tombik olan bir doktor amcamız vardı (erkenden de olmus galiba, Allah rahmet eylesin!) o hep Noyel Baba kıyafetine bürünür, torbasından biz çocuklara oyuncaklar, hediyeler çıkartırdı, nasıl sevinir, nasıl mutlu olurduk. Hediyelerin şimdiki gibi cok çesitli olması olası bile değildi, ya Aysegül’un sağda soldaki maceraları ya da boya kalemleri, kargacık burgacık oyuncaklar… Ama biz çok mutluyduk, çok fazla oyuncağımız, çok fazla beklentimiz yoktu ama azla yetinebiliyorduk. En önemli şeye sahiptik, güzel komşulara, dostlara, birbirine bağlı ailelere…
Çin malı ucuz çam ağaçları yoktu, olanlar da gerçek ağaçlardı, onlar da süslenirdi imkanlar dahilinde… Ozonda delik, dünyada kuraklşsma, agaçlarin çatır çatır kesilmeleri de yoktu, doğa da mutluydu, herşey doğaldı, insanlar da…
O gece TV’de mutlaka dansöz olurdu, hele Nesrin Topkapı varsa herkesin (özellikle beylerin) keyfine diyecek yoktu. Ama dansöz de dansözdü canım, koskoca Nesrin Topkapı’yı ağzımız açık seyrederdik, bir kıvırtı, bana mısın diyen yapamazdı…
Mutlaka tombala oynanırdı, yılbaşı gecesinin olmazsa olmazıydı. Küçük de olsa ödüller olurdu kazananlara… Biz cocuklar gecenin ilerleyen vakitlerinde o kadar yiyip içmeden, dansöz seyretmekten, mutluluktan sarhoş olur, bir kenara kıvrılır, tatlı rüyalara dalardık, taaa ki anne ve babalarımız bizi kaldırıp eve götürene kadar… Arabamız da yoktu o zamanlar, gecenin o saatinde, buz gibi soğukta evlerimizin yolunu tutardık söylene söylene….
Biraz hüzünlü mü oldu ne ? “Yılbaşı” denilence ben en çok bunları hatırlıyorum, hüzünleniyorum, mutlu oluyorum, “iyi ki öyle zamanları da yaşamışız” diyorum…”
Banu. Yaş 30. Mimar:
“Benim hatıralarım biraz daha orta sınıf:
Sene 1978, ben 8, abim 10, ablam 14 yaşında, İstanbul Fındıkzade’de kaloriferli bir apartmanın 2. Katında, 2+1, 95m2 bir dairede oturuyoruz. Apartmanımızda konaklayan bir kapıcımız var, ki bu her apartmanda yoktu o zamanlar, üstelik kapıcımız 1.80 boyunda bir kadın, Kezban Teyze.
Yılbaşında mutlaka teyzemlerle birlikteyiz bi kere ve de bizim evdeyiz. Teyzem de bir şeyler yapıp getiriyor. Çam ağacımız yok bir kere, hindi de yok ama çok özenli ve zengin bir sofra var. O sofra bütün gece kalkmıyor masadan ama üzerindekiler değişiyor gece boyunca. Soğuklar kalıyor sofrada sonra meyveler, tatlılar geliyor. Beyler içki içerken, ki bu rakı veya biradır her zaman, hanımlar ve çocuklar sadece özel günlerde alınan Coca Cola içiyor. Ya da annemin mutlaka evde mayaladığı yoğurttan evde yaptığı ayran. Ayran elde mekanik çevirmeli metal mikserle yapılıyor, sapı siyah plastik. Bu arada sütümüzü sütçü Ali kapıya getiriyor haftada 2 kez. Ali de öyle bir Ali ki, dalyan gibi yakışıklı bir genç. Öğlenci olduğum seneler onu görebiliyorum, çünkü sabah getiriyor sütü. Sütü kaptan kapa boşaltarak tartması ve de bizim tencereye boşaltışı bir şölen adete. Sütçü olsam mı acaba diye hayal ettiğimi hatırlıyorum. Abim de at arabası alıp karpuz satmayı planlıyor o seneler. Yani öyle sınıf ayrımı falan yok zihinlerde; neyse konuyu çok dağıttım.
Benim için o zamanlar mutfak tezgahı göğüs hizamda, çıkan bulaşıklar elde yıkanırken ben de tabure üzerine çıkıp durulamaya yardım ediyorum genelde, çünkü bu işi seviyorum. Bulaşıklar hemen kurulanıp kaldırılıyor ki minicik mutfak tezgahında yer açılsın. Yemek sonrası babamın sade kahvesi aksamaz, biz geri kalanlar için de çay demleniyor. Kuruyemişler çıkar ortaya ve de saat 12:00 ye doğru geri sayım başlar. Gelsin dansöz sefası. Her sene” ya bu muymuş” diye geyik yapar annem ve teyzem ama babam ve eniştemin keyfi yerindedir, kafalar da çakırkeyif.
Biz çocuklar olarak küçük bir çete şeklinde kudururuz zaten. Seneler sonra koşarak bitiremediğimiz koridorumuzun ne kadar da kısa olduğunu, o eve tekrar gittiğimde fark etmiş ve şaşırmıştım. Neyse ablam en büyüğümüz olarak genelde kuralları koyardı oyunda, abim ve o başrolde olurlardı. Ben ve benden küçük iki yeğenim de ne denirse onu yapardık, ama Burak genelde itaat etmezdi ve de ipinden kopmuşçasına koşardı oraya buraya. Seneler sonra hiç ders almadan Galatasaray Lisesini kazandığında herkes “Haa, yaramazlığı zekasındanmış” demişti hatırlıyorum. Ne yani biz usluyuz diye aptal mı oluyoruz diye içerlerdim hafiften.
Geç vakit biz çocukların uykusu gelir mayışırdık bir yerlerde. Sonunda teyzemler kırmızı VW’lerine biner giderlerdi, ama teyzemin kaygılı sesi hep aynıydı:” Ah İhsan kaç kere dedim bu kadar içme diye, nasıl süreceksin şimdi?”
Allah rahmet eylesin eniştemin de cevabı hep aynıydı : ”Bişey olmaaaz Ayhan, ben sarhoş dilim ki, çocukları giydir sen”
İşte böyle dostlar, hatırladıkça içimi ısıtan hatıralardır bunlar, o yıllar sıcak yuvamızda yaz- kış saat 18:00’de gelen babamla, sofraya oturup mutlaka hep birlikte yemek yediğimiz güzel yıllardı.”
Feray. Yaş 30, Avukat.
70’lerin sonları doğduğum şehir iskenderun’un altın yılları.Henüz Demir Çelik Fabrikaları kurulmamış, yani göç almamış, Levanten evleriyle bezeli kordona sahip Prens adarına benzeyen asude bir şehir. Öyleki ablamlar bisikletlerine bikinileriyle binip denize gidebiliyorlar. Faytoncular Fransızca biliyor, İdil Biret her kış resital veriyor. Annem Dostlar tiyatrosunun 5 gün boyunca oynadığı “Bir Delinin Hatıra Defteri’ne üç gün üst üste gidiyor. Yine Levantenlerin kurduğu ve sadece şehirdeki üniversite mezunlarının üye kabul edildiği Deniz Kulübü’nde her sene görkemli balolar veriliyor.
ÇuÇubalar Jazz Orkestrası ve solisti Kenan her haftasonu olduğu gibi yeni yıla girerken de sahneden. Babam öğrenciyken us bir karı kocadan salon dersleri almış ve dans şampiyonu olmuş bir yakışıklı. Annem Köşkteki bir Cumhuriyet Balosu’nda İnönü ile vals yapmış bir Cumhuriyet kızı.
Kasım ayında terz, eve gelmeye başlıyor çünkü annem tek başına yetişemiyor dört kızının ve kendinin tuvaletini dikmeye. Her senenin rengi ayrı hepimiz için. Yaşımıza uyan uçuk renkler seçiliyor. Ve sonunda balo gecesi. En büyük heyecanım annemle babamın dansını izleyecek olmam. Özellikle Viyana valsinde muhteşemler. Öyleki onlar başladımı herkes oturuyor ve pistte kayışları seyrediliyor. Sonra babam sırasıyla üç ablamı kaldırıyor ve en son ben. Ben de ondan öğrendiğim valsi hayatımın ilk ve hala en büyük aşkı olan bu yakışıklı ve zarif erkekle gözgöze yapıyorum. O da ne? Sanırım annemle yaptığı valsten bile daha cok alkış aldık. Babam zarif bir reveransla elimi öpüyor, uçuyorum mutluluktan, eminim artık ben onun gözdesiyim. Ne yakısıklılığı ve güzel sesiyle tüm kızları mest eden solist Kenan ne de sivilceli ahbap cocukları benim gözüm kırçıl saçlı, pipolu bu adamdan başkasını görmüyor.
Herkes eğleniyor tüm yaş grupları için farklı oyunlar oynanıyor. En ilgi çekeni erkekler için hazırlanan içi su dolu büyük tencerelerdeki elmaları ağızlarıyla alma yarışı. Babam herkes sırılsıklam olmuşken kupkuru kalarak (bilmem belki de aşktan bana öyle geliyor) apzıyla yakaladığı elmayı bana veriyor. Evet kesin eminim artık anneme değil bana aşık.
Herkes pistteyken geri sayım başlıyor, hepbir ağızdan eşlik ediliyor ve yeni yıl hersene ilk dakikalarda hediye çeklişi yapılıyor; büyükler, gençler ve çocuklar için. Tüm çocuklar duaya başlıyor Mösyö Makzume’nin her sene bilmem hangi şehirden getirttiği oyuncak kendisine çıksın diye. Maalesef bana hiç çıkmıyor ama hayal kırıklığı geldiği gibi çabucak gidiyor. Ondan sonrası pek net değil, son hatırladığım babamın kucağında arabaya oradanda yatağıma yatırılışım. Yıllar su gibi akıp geçiyor, şu anda 86 yaşında olan o yakışıklı ve 81 yaşında olan o Cumhuriyet kızı hala birbirlerine aşık, yeni yıla televizyon karsışında ve o günlerden kalan son çift arkadaşlarıyla giriyorlar. Bense kızımla ve ona böyle muhteşem yeni yıl anıları verememe hüznüyle”.
Funda. Yaş 30. Balerin.
“Uzun yıllar babaannemin yaptığı iç pilavlı hindiyi,annemin leziz mezeleri eşliğinde yiyerek bizim evde geçirdik. Aynen dediğiniz gibi kuruyemiş ve muz gecenin yıldızlarıydı.
Saat 24:00 de ki Nesrinciğimizi,televizyonumuzun önüne mavi cam koyarak renkli seyrederdik.Tombaladan önce mutlaka ağabeyim Oğuzla aileye bir show sunardık.
Bu genellikle salonumuz büyük ve parke olduğundan buz revüsü şeklindeydi.Ben en cici bale kostümümü giyerdim, Oğuz'a da fanila üzerine yünlü külotlu çorabımı giydirtirdim, sonrasını hayal edin artık:))(Kıymetimiz bilinemedi,bizler bugünün Jane Torvill-Christopher Dean'i olabilirdik).
Yıllar böyle geçerken, bir sene Oğuz artık büyüdüğünü,yılbaşını arkadaşları ile geçireceğini söylediğinde pek bozuldum tabii...
Sonrasında sırasıyla dedem ve babaannem vefat edince,bizim grupta annem,babam ve ben kaldım. E hal böyle olunca bizimkilere kıyamadığımdan,büyüdüğümü ve yeni yılı arkadaşlarımla geçirmek istediğimi bir türlü söyleyemedim.(şimdi düşünüyorumda, iyi ki söyleyememişim.)
Yıllar geçti,evlendik,çocuklarımız oldu ama hala Oğuzlar ve biz, eğlence öncesi, her yılbaşı, annemlerin evinde, babamın hazırladığı peynir tabağı ve şampanya ile yeni yıla kadeh kaldırırız. Bir seneyi daha birlikte, sağlıkla geçirebildiğimize şükrederek”...
Zeynep. Yaş 30. Satış ve Pazarlama Direktörü.
yazdıklarınıza çok benzer , tüm ailenin bir arada olduğu, muz ve tavuğun baş köşede yer aldığı yılbaşı kutlamalarımızı her zaman tebessümle hatırlıyorum.Babamın görevi dolayısıyla bu anılara zaman zaman Orduevindeki yılbaşı kutlamalarıda ekleniyor.En güzel kıyafetler giyilirdi ; annemin ördüğü kırmızı bir elbisem vardı ,bir keresinde onu giymiştim, saçlarımda örgülü ve de kocaman gözlüklerim vardı:)Anneme bayılırdım, gerçekten de gecenin en güzel kadınlarından biri olurdu; kıyafeti, zerafeti tartışılmazdı . Ben galiba bu konuda pek O na çekmedim ...
Gece boyunca Orkestra çalar , bizde çılgınce pistte tepinirdik . En keyifli an Babam ile dans etmekti , kendisi Harp Okulu Dans Şampiyonuydu :) Ne keyif , ne hava ....
Yemeklerden en sevdiğim ise Ordöv Tabağıydı :)
Bu arada Orduevin de resepsiyonda görevli veya lokantadaki şef garson en yakışıklılardan biri olurdu. Tüm kızlar bende dahil kendisine yanıktır , dans ederken bu sebeple gözler O nu ararki seni görsün , ne kadar güzel dans edebildiğini bilsin diye.
Saat geceyarısına 1 dakika kaldığında herkes ayağa kalkar , nefesler tutulur ve geri sayım başlar ; 10,9,8,.....3,2,1 ve MUTLU YILLARRRRRRRR
Yıllar geçti, her sene farklı bir kutlama, her sene farklı bir mekan olsada hep aynı dilek ; MUTLU YILLARRRRRRRRRRRRRRRR
Suzi. Yaş 30. Ekonomist
“Yaklaşık 20’li yaşlarıma gelene kadar, teyzemlerle hep aynı apartmanda oturduk, onlar üst katta, biz alt katta. Ben, teyzemin kızı ve kardeşim 3’er 5’er ay arayla doğmuşuz, öyle ki en küçüğümüz olan kardeşimle en büyükleri olan benim aramda sadece 14 ay fark var. Dolayısıyla, biz de üçüz kardeşler gibi büyüdük. Yılbaşlarında da hep beraberdik, anneannemler de bize katılırdı ve ailecek neşeli ve bol yemekli (!) bir şekilde kutlardık yılbaşını. Daha okula bile gitmediğimiz, çok küçük yaşlarımızda, günler öncesinden anneme bize ne hediye alacağını sormaya başlardık. Annem de bize hediye almayacağını, belki yılbaşı gecesi Noel Baba’nın gelebileceğini söylerdi. Pek yutmazdık ama yine de içimizde “acaba gelir mi?” diye bir şüphe de uyanırdı. Yılbaşı akşamı bekle, bekle Noel Baba gelmez. Artık oynamaktan, tepinmekten bitap düşsek de eğlenceyi bırakıp yatmak istemezdik, tabii bir de Noel Baba’yı kaçırma riski var! Annem Noel Baba’nın biz yattıktan sonra geleceğini söylerdi, biz de mecburen koşardık yatağa. Şimdi düşünüyorum da, biz çocuklarımıza böyle bir şey söyleyeilir miyiz acaba? Ne travma, düşünsenize, uyurken ak sakallı, koca göbekli bir Noel Baba evimize girmekle kalmayacak, odamıza gelip yanıbaşımıza hediye bırakacak!!! Ama, bu fikir bizi nedense hiç korkutmazdı. Sabah kalkınca gerçekten de yanı başımızda hediye paketleri bulurduk, içinlerinde hep ufak tefek şeyler olurdu ama paketleri o kadar güzeldi ki! Kardeşim ya da ben hangimiz daha erken uyanırsak diğerini de uyandırır, büyük bir neşe ve heyecanla yataklarımıza oturur, paketlerimizi açar ve birbirimize hediyelerimizi gösterirdik. Tabii, sonra kuzenime koşar, onun hediyelerine de bakardık J Paketleri açarken, annemin kapının eşiğinden bize bakan gülen yüzünü aradan 35 yıl geçmesine rağmen hala çok net görüyorum ve gözlerim yaşlarla doluyor.”
Duygulu hatunlar böyle yazıyor işte. Dolayısıyla benim olayı sulandırmam ve yazıyı bitirmem lazım. Canım dostlarım sayesinde benim de beleşe bir yazım oldu 1. 2009’un keleklerini esefle kınıyor, 2010’a umut bağladığımı belirtiyorum 2.
Yeni yıl hepimize uğur getirsin 3.
*Bir banka kartı bu yazıya başladıktan sonra yeni-eski yıl temasını bayaanlarla yaptı. Bu da benim ne kadar öngörülü biri olduğumu gösterir.