Birinci gün: İstanbul’daki sisten dolayı Paris-İstanbul arası 20 saat sürdü. Yorgunluktan gözümü açamadan arabamı alıp yola çıktığımda, İkitelli’de bir kedi atladı yola. Frene basmam yetmedi. Kedinin parçalanan bedenini gördüm. Hayatımda ilk defa bir kediye çarptım. Elim ayağım titredi. Ağladım. Aklıma evde beni bekleyen minik kedim geldi. Gözlerimi kapattığımda hep onu yaşıyorum. Allah’tan beni affetmesini diledim. Daha mı yavaş olsaydım, direksiyonu kırsaydım kurtabilir miydim. Hep o an, yalnızca o an.
Kedimiz Krem evde tatsız karşıladı beni. Yemek yememiş. Bir gece önceki çocuk misafirlerden biraz ürkmüş. Kapris mi yapıyor, beni mi özledi acaba dedim. Bekledim.
İkinci gün: Evi aradım. Krem iyiymiş. Yemek yemiş ve oynamış. Mutlu oldum.
Üçüncü gün: Krem bugün birşey yemedi. Sadece su içiyor. Sevebileceği şeyleri vermeye çalışıyorum. Olmuyor.
Dördüncü gün: Bugün de aynı geçti. Yarın veterinere götüreceğim. Keşke bugün götürseydim. Çiğdem’le konuşuyorum olasılıklar üzerine.
Beşinci gün: Vakitlice veterinere gittik. Teşhis konmadı. Vitamin iğnesi yapıldı. Umutla eve döndüm. Yemiyor ve de artık içmiyor.
Altıncı gün: Bugün bayramın ilk günü. Krem’e serum taktılar. Damarını bulamadıkları için ön iki ayak kanadı. Arka ayaktan serum aldı. Dayanamadım. “Kelebek kalsın” dediler. “Hemen iyileşecek” dedim içimden ve onu o bandajla görmek istemedim. “Canı acır çıkarın” dedim.
Yedinci gün: Yediğim haltın farkındayım. Ama çok geç. Bugün canı acır diye deri altından yaptılar serumu. Ekin ve Aylin geldi. Ekin’le mama yedirdik Krem’e biberonla.
Sekizinci gün: Minik aç. Tek tesellim aldığı serum ve vitaminler. Sarılık olduğu söylendi.
Dokuzuncu gün: Krem FIP’miş, yani “feline infectious peritonitis, yani yaşaması %1 ihtimal. Yani henüz tedavisi olmayan bir hastalık. Küçük kedilerde daha zorlu bir süreç. Anneden ya da civardaki kedilerden geçermiş. “Aldığınız petshop ile görüşün” dedi veteriner.” Belki diğerlerinde de vardır” dedi, sonra ekledi “ama söylemezler ki”.
Can’a yolda söyledim. Herşeye hazırlıklı olmamız gerektiğini biliyor. Ama o %1 için elimizden geleni yapacağımızı da biliyor.
Can durmadan “adını Krem koyduğumuz için mi hasta olduğunu, ya da onu almasaydık kurtulabilecek olup olmadığını” soruyor.
Dokuzuncu gün: Bugün işe başladık tekrar. Aklım evde. Sağolsun Çiğdem geldi ben yokken. Krem’i şırıngayla besliyoruz. 10 cc için saatlerce uğraşı. Akşam veterinere gittik. Bugün karnından sıvı çekmeye başladılar. Okudukça, öğrendikçe ve Kremi gördükçe umudum tükeniyor. Veterinerde bizden kaçırıyorlar diğer kedileri haklı olarak.
Dokuzuncu gün: Çiğdoş hergün geliyor. Onun minnoşları için de sıkıntı. Evde çalışan kıza bile öğretmiş şırıngayla mama vermeyi.
Bu sefer geç gittim veterinere. Krem çok acı çekiyor. Aldığım petshop’a ulaşmaya çalıştım. Tık yok. Herşeye öfkeliyim.
Onuncu gün: Yine bir gece, yine ben, yine Krem ve yine veteriner. O yoldan nefret ediyorum.
Onbirinci gün: Can ve Çiğdem’le veterinerdeyiz. Yine acıyla dolu iki saat. Gerginim.
Can evde hamburger yedi. Dayanamaz Krem o kokuya. Bir parça ağzına verdim. Minicik bir köfteyi ağzında bile tutamıyor. Sinirlerim bozuldu, ağladım.
Onikinci gün: Krem’den yine su çekildi. Eve geldik, yürüyemiyor. Oraya buraya çarpıyor. Hastalık ilerliyor işte. Veterineri aradım yoğun bakıma alsınlar diye. Alamıyorlar. Diğer hayvanlar için de büyük tehdit.
Petshop’u aradım. Tam onlardan beklenecek bir tüccarlıkla konuştu şerefsiz benle. Kimsenin bize bu kadar acı çektirmeye hakkı var mı?
Git diyorum içimden Krem’e. Git kendini daha fazla sevdirmeden... Git daha fazla yanmadan... Ama onun nazlı miyavları olmadan ne yaparım?
Onüçüncü gün: Bugün Pazar. Veterinere gittik. Krem kafasını kaldırmadan yatıyor. Biraz süt içti.
Akşamüstü iyice kötüledi. Ağlıyor, inliyor. Mercan’ın odasına götürdüm. O arada su veriyor. Yan uzandı.
Çiğdemle konuştum. Daha fazla acı çekmesin diye dua edelim dedik. Yanına gittim, sevdim. İnledi. Elimi her dokundurduğumda inledi.
Veda etti.
İnanmadım. İnanmak istemedim. Dokundum. Oysa o acılarıyla, kısacık yaşamıyla, tüm tatlılığıyla elimden kaydı gitti...
Gözyaşlarım cansız bedenine değdi. Hazırladık onu son yolculuğuna. Kapı önünde götürülmeyi bekledi. Oğlana çaktırmamak için çok uğraştım. Yoğun bakımda dedim.
İki gün oldu. Uyuyamıyorum. Her an bir yerden çıkacakmış gibi geliyor. Oturduğu koltuğa oturamıyorum. Ayağıma birşey takılsa “ay Krem” diyorum. Sabahları dolabın kapağını yavaş kapatıyorum (ben hazırlanırken hep içine girerdi).
Minik yürek, boğazımda kalan düğüm... Bu kadar kısa zamanda mı yakaladın beni ve hapsettin kendine?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder