
İTÜ standartları yurt dışı tatilini gerektirirmiş ama biz Kıprıs’la yetinmek zorunda kaldık…
Her yaz tatili su kaydırağı bulma telaşıyla başladığı için, Acapulco’nun kaydırakları da güzel göründüğü için tam pansiyon olmasına rağmen (Can’la “her şey dahil”e gitmemek çılgınlık zira) bu mekanda karar kıldık.
GÜN 1
Haddinden fazla “sağlayan” taksiden kendimizi nasıl attık bilemiyoruz. Odamızı hemen verdiler, seviniyoruz. Ama bu sevinç çok kısa sürüyor. Ana binada değil oda. Hatta olabilecek en uzak noktada. Deniz Manzaralı oda istemiştik, ağaçlar üstünden minik bir manzara. Feci bozuluyorum. Eşyalarımız taşıyan görevli bu yeni yapılan binayı öve öve bitiremiyor. Sanki otelin mimarı o.
Söylenmeye başlıyorum. Oda nem içinde, yataklar dahil. Resepsiyon birini gönderiyor, gelen kişi saçma sapan açıklamalar yapıyor. Nece konuşuyor pek de anlamıyorum. Banyonun kapısı kapanmıyor. Kapıyı kilitliyorum, hoop içeride mahsur kalıyorum Ter akıyor, daha gelir gelmez kendimi otel tarihine “salak” olarak yazdırmak üzereyim. Can dışarıda talimat veriyor, bense ağzımda küfür geveliyorum.
Uzun uğraş sonucu kapı açılıyor ama boncuk boncuk terler dökülüyor yüzümden. Alelacele hazırlanıp havuza iniyoruz. Gerçekten iniyoruz ama. Hani inmek budur. Uzun upuzun bir yol, yolda bir başka binanın inşaatı ve çalışan işçiler. Bu şaka mı derken havuzda buluyoruz kendimizi. Neyse oturacak yer olduğu için fazlaca mızıldanmadan Can kendini havuza bırakıyor. O sırada bin bir iş konuşması vs.
Anlıyorum ki sadece otel müşterileri değil, dışarıdan da insanlar geliyor otele günübirlik. Gideceyyis, geleceyiis,ne yapacayyıss, annem sıcakladın? şeklinde değişik bir tonlamayla konuşan bir sürü insan.
Bu sefer beklediğimden çabuk sıkılıyor Can efendi. Kaydıraklar poposunu acıtıyormuş, insanlar sırayla kaymıyormuş. Denize gidiyoruz. Ne kadar güzel. Demişlerdi de inanmamıştım, harika bir sahil. Yalnız bir sorun var, su sıcak.
Öğlen restauranta gidecek gücümüz olmadığı için hemen sahil kenarındaki kafede yemeye karar veriyoruz. Bir pide ve hamburgere 50 TL veriyoruz. Bu arada uzun süre beklediğimiz hamburgerin içinde köfte yok. Hışımla ayağa kalkıp fırça çekiyorum. Çocukcayyıslar daha sonra kendilerini affettirmek için karpuz falan getiriyorlar. Saat 15.00 civarında sahilden ayrılıyoruz. Can’a diyorum ki; bir fikrim var ama sen sakın ağzını açma, odamızı değiştireceğim. “Ben dayanamam ki konuşmadan” diyor, “o zaman kapıda beklerim anne”. Peki diyorum resepsiyona yöneliyorum.
Aritmim olmasından tutun da, çocuğun eşyasını unuttuğum için iki kez odaya gitmek yani o yokuşu tırmanmak zorunda kalmama kadar trajik bir hikaye, ağlamaklı bir yüz ifadesini bayılacak gibi oluyorumlar takip ediyor. Bir odadan söz ediyorlar ana binada. Görüyoruz, bundan iyisi olamaz. Hatta otelin en iyi odalarından biri. Alelacele bir araba veriyorlar, diğer binadan eşyalarımızı topluyoruz. O oda da Mehmet Ali Erbil kalmış, yüklü miktar bahşişi koparan şoför anlatıyor gevrek gevrek.
Akşam yemeği, Uno ve her türlü kart oyunu, Can’a kaptırılan jetonlar, Casino’nun önünden merakla geçmeler ama içeri girememeler. Yorgunuz, uyuyoruz.
GÜN 2
Kahvaltı ve deniz. Ve denizde bir sürü oyun. Aklımı yitireceğim bu animatörlük konusunda.
Çok mutluyum, Kıprıslılarda göbekli. Hatta bende olmayan fazlalıkları da var. Kendimi alamıyorum onları izlemekten ve dinlemekten.
Girne’ye inmeye karar veriyoruz. Otelin aracına biniyoruz. Sanırım dönüş saatini yakalamamız imkansız.
Girne’ye iner inmez bir smack down kartı ve oyuncak arama işine giriyoruz. Sinirlerim bozuluyor. Sahilde ve marinada dolaşıyoruz. Şeftali kebabı yememiz lazım. En iyi yer Niazi’smiş. Buluyoruz. Kucağıma çıkacak kadar samimi ve bağırgaç bir kedi geliyor yanımıza. Can kedi aç diye bunalımlara giriyor. Ufak çaplı bir kriz, şeftali kebabı ki beğenmediğimi söylemeliyim, alışverişe devam isteği. Ama dükkanların çoğu kapalı. Gözlerime inanamıyorum, nasıl olabilir, saat daha 20.00. Sonra bindiğimiz taksici anlatıyor, erken kapanırmış Girne’de dükkanlar. Can yine oyuncakçıları soruyor. Orada oyuncaklar bir milyoncu gibi dükkanlarda var. Mr. Pound diye bir yerin adresini alıyoruz.
Akşam yine aynı terane. Kart oyunu ve uyku.
GÜN 3
Sabah aynı başlıyor. Denizde tenis oynamak… Allahtan deniz biraz dalgalı da, Can biraz daha fazla eğleniyor. Bugün aksi gibi zayıflar türemeye başladı etrafta. Hepsi İngiliz. Elimle işaret ediyorum, bu tarafa gelmeyin diye.
.
Gündemde yine Girne var. Gitmezsem Mr. Pound lafından kurtulamayacağım. Ama bu sefer dönüşte otelin otobüsünü yakalamaya niyetliyim.
Dünya yol yürüyoruz. Söyleniyorum Can’a. Mr. Pound denen tahmin edildiği üzere bir milyoncu. Daha doğrusu 4 liracı. Bir sürü mağaza geziyoruz, ama hepsi salak smack downcu bulabilir miyiz mağazaları. Can daha fazla yer gezmek için taksiyle dönmek istiyor. Aklımda diğer mağazalara da bakmak var kendim için ama zaman yok. Can efendi “hayır”dan anlamadığı için ufak çaplı bir kriz yaşıyoruz. Ama benim dediğim oluyor. Zaten Girneye gidip smack down kartı aramaya bir benim gibi embesil ok derdi sanırım.
Akşam yemek, oyun, çocuk diskosu, animasyon şov. Sandalyemde kırmızı bir uçan balonla otuyorum gece boyu.
GÜN 4
Bugün Can’ın doğum günü. Dün Girne’den aldığım mutlu yıllar süsünü asamıyorum hiçbir yere. Yere seriyorum. Sevindi mi anlamıyorum.
Dün akşamdan pastasının siparişini vermiştim, nerede kesileceğine karar veremiyorum. Kalabalık bir yerde kesilsin istiyor pastası. Aklıma animatörlerle konuşmak geliyor. Ahmet adında gözleri başka tarafa bakan şef “tabi” diyor. Zamana karar veriyoruz. Yemekten sonra çocuk diskosunu bir kez daha izlemek zorunda kalıyoruz.
Bebeler yeterince kurtlarını döktükten sonra Can sahneye davet ediliyor. Doğum gününde dilek tutmuyor, aklına gelmiyormuş. Animatöre “o var, bu var” derken herkes gülüyor. Neyse en sıkıcı kısım bitiyor. Sonra şu yorum geliyor kendisinden; “birkaç hafta daha kalalım, henüz tanınmaya başladım”.
“Dans edelim mi” diyorum, “olur” diyor. İlk defa oğlumla diskoda kısa da olsa dans ediyoruz.
GÜN 5
Dönüş günü. Gün rutin geçti. Bir akşam öncesinin yorgunluğundan fazla dolanmadık etrafta. Malum yol yeterince uzun. Ve hava “home sweet home” havası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder