Erkenden kalktım. BM binasına gideceğim ama STK ekibinin görüşmesi var. Öğlen haber veririz diyorlar.
Amerika’daki arkadaş Çiğdem ile konuşuyorum. Erken döneceğim için kızıyor. Bana hemen Apple Store ve en yakın oyuncakçının koordinatlarını veriyor.
Apple store denen yer inanılmaz. İçeride en az 100 müşteri ve bir o kadar da satış görevlisi var. Hepsi Apple gönüllüsü. Gözlerimi alamıyorum.
İlk siparişten sonra FAQ isimli oyuncakçıya gidiyorum. İyi ki çocuk değilim.
Eşyalar otele atılıyor, iki mail bakılıyor, STK’dan ses yok. Central Parka yöneliyorum. Hemen yanımdan Biret Pit koşarak geçecekmiş gibi bir his içindeyim.
Herkesin köpeği var, demek o nedenle bazı aşk filmlerinde önce köpekler tanışıyor. Birinin köpeğini ödünç alsam benimle de tanışan olur mu? Yok ya, en yakın köpek inanılmaz küçük, fare gibi bişi. Dolaştırmaya değmez. Çiğdem, New Yorkluların yalnızlıktan dolayı bu kadar çok köpek beslediğini söylemişti. “Yalnızlar” diye aşağılıyorum içimden.
Evet, nihayet memleketimi özletmeyecek bir esinti. Tezek kokusu… Central park eşekleri bir araya gelince böyle güzel bir esans yayıyorlar.
Telefonuma mesaj düşüyor, “biz çıkıyoruz”. Ya şimdi mi söylenir. Yetişemiyorum STK insanlarına. Odama gidip e-mail bakıp patronu bekliyorum.
Church Center’a gidiyoruz…. Da daaammm.
Church Center bizim hayallerimizde böyle havalı bir yer. Ama gerçeği değil. Baya bilmem kaç katlı dershane tadında bir bina. İçerisi hınca hınç beş bin milletten kadınla dolu, araya da yanlışlıkla orada olduğu sanılan birkaç erkek serpiştirilmiş. 10. Kata çıkıyoruz. Toplantı odasında bir önceki seşın devam ediyor. Dapdaracık bir yerde gözlerimiz kocaman şaşkınlıkla bekleşiyoruz. Orası için çok şıkız. Toplantı odasını görünce girdiğimiz şok belerme düzeyine geliyor. Patron bir ara seğiriyor. Ben dökük boyalı sahneden flip chartı indirmeye çalışıyorum.
Kürsüde bir mikrofon var. Soru sormak isteyen kürsüye geliyor. Coffe break olacaktı, bir kahve içmeliyiz derken iki adet termos geliyor. “Coffe break de geldi diyorum patrona”. Hastalıklı bir şekilde gülüyoruz.
Toplantı başlıyor. İnsanlara bakıyorum. Bu kadın haklarıyla ilgilenen kadınlar zamanla erkekleşiyor mu ne? Acilen bu projeden sıyırmalıyım kendimi, yoksa kaytan bir bıyık uzaktan sana geliyorum diyerek göz kırpıyor.
Ekipten ayrılarak arkamıza bile bakmadan 5. Caddede şık bir restaurana gidiyoruz. Komikliğim üzerimde.
Sabah öğlene kadar 2 sunum mailiyle hayatım zindan oluyor. Aslı yolda bana geliyor, ben sunum hazırlıyorum. Nihayet gecikmeli de olsa Aslı ve şevkatiyleyim.
Aslı’nın sırtındaki Apple çantasında düdüklü tencere var. Gözlerimden yaş geliyor. Dünya yolu o tencere ile yürüyor. Burada yaşayan bir arkadaşının canı düdüklü tencere çekmiş.
Sonra Çiğdem geliyor arabasıyla beni almaya. Yola çıkıyoruz. Alışveriş yapacağız güya. Kafa çekip hasret gideriyoruz. Alışveriş konusundaki tek motivasyonum Can’ın siparişleri.
Çiğdem çok kilo almış. Sağlıkla ilgili bazı sıkıntılar varmış. Ama akşam yemeğinde önümüze gelen porsiyonları görünce, hormonların bile pek de sıkıntı yaratmayacağını düşünmeye başlıyorum. Eşi Nick ve Çiğdem siparişimin sadece bir starter olduğunu ve doymayacağımı iddia ediyorlar. Türkiye’deki restaurantlar o tabaktan 3 başlangıç yapar. Nick dünya tatlısı. İstanbul maceralarını dinliyorum, gülmekten tepiniyorum.
Çiğdem buluştuğumuzdan beri New York içkisi diye bana bişiler dayıyor. Elmalı zımbırtılar güzeldi ama yemekteki şekerli karışımın içinde tekila ve şampanya olduğunu öğrendiğimde ise artık çok geç oluyor. Sarhoşum.
Sabah erkenden valiz hazırlanıyor, bir iki iş tamamlanıyor. Yürüyüşe çıkıyorum. Neden dünya üzerindeki tüm hediyelik eşya satıcıları Arap ülkelerinden? Fransa, İspanya, hatta Hollanda, sektireni görmedim. Oradaki esmer vatandaş memleketimi soruyor, “Türküm” diyorum, gözleri parlıyor, “Müslüman mısın?” Birazdan beni namaza davet edecek. Topuk.
Yurt dışındayken en sevdiğim şeyi yapıyorum; market geziyorum. İlaçların donlarla beraber satıldığı minik süpermarketler.
Otelin yanındaki restaurantta harika bir salata, bir kadeh şarap, keyfim yerine geliyor. Tam o sırada koca mekanda Türkçe konuşan iki kişi yanıma oturuyor. İsim vermiyim, ünlü birinin ablası ve tahminen gay olan semiz oğlu. İyi günler temennime sevgiyle karşılık veriyorlar ama dedikodularını böldüğüm için gıcık oluyorlar. Anladığım kadarıyla” kevaşe” bir kız bunların asil ailesinden bir oğlanla evlenmeye çalışıyor.
Sonra otel, fatura adresini sığdıramayan bir eblehle check-out cebelleşmesi, patron, transfer, hava alanı, ayakkabı çıkarmaca, salak bi alete poz vermece (adamların memleketinden çıkmak da dert), uçak, Aslı, uyku.
Evde olmak güzel…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder