
Oldum olası spor konusunda garip bir şekilde özürlü olduğumu düşünürüm. İlkokulda basketbol takımına almışlardı, foklor oynayacağım diye kaçmıştım. Tabi köylük yerde öyle yüzme neyin olmadığı amma velakin kafama kafama gelen toplardan hoşlanmadığım için yakan toptan öte gitmedi spor hayatım.
Nedense tipimden midir nedir, gerçek yüzüm ortaya çıkana dek beni gözüne kestiren çeşitli öğretmenler bir spora yönlendirmeye çalıştı ama keçi inadımla herkeşi püskürttüm.
Yüzmeyi Karadeniz dalgalarında büyüklerimizi taklit ederek öğrendim, neredeyse her arkadaşım gibi. Konu komşunun henüz yüzme bilmeyen bir çocuğu sapık bir şekilde sulara atıp “bövv” diye eğlenme çabalarına rağmen sudan hiç korkmadım. Hatta bu konuda o kadar cesaretliydim ki can simidi ile yüzdüğüm zamanlarda “devamına karışmayız, boğulabilirsin” dubalarını geçmiştim bir seferinde. Geriye baktığımda karınca gibi görünen sahilde bir toplanma, bir kalabalık. Yaklaştıkça annemin ufuk çizgisinde sarı mavi simidimle beni görüp fenalık geçirdiğini, çevredekilerin onu sakinleştirmeye çalıştığını ve beni almak için cankurtarandan yardım istediklerini ve akabinde nasıl bir ceza alacağımı tahmin etmem hiç zor olmamıştı.
Yılmadım. Hatta 30’lu yaşlarımda Enka’da yüzerken stil dersi aldığım hoca, “keşke küçükten başlasaydın bu işe, çok yazık olmuş” demişti. Kendisinin de kökeni Zonguldak’tı ve afedersiniz eşşek kibin biliyordu böyle birşey olmayacağını. Maytap geçti benle sanırım.
Arada kendimi salon sporlarına da vermiştim, sağlıklı olalım diye. Ama bu kadar sıkıldığım saatler olmamıştı. Kendime inat yaptığım için ciddi ciddi gidiyordum ama benim gibi yeteneksiz birinin kendini o aletlere kaptırması an meselesi. “Nani nani…(bu 112 acil servis sesi). -Baayana ne olmuş? -Kafası iki ağırlık arasında kalmış. – Ne yapıyormuş ya, nasıl olmuş? – Valla bilemiyoruz ama aynı anda hem bacak hem de kol kaslarını çalıştırırken oldu diyolla. Yeteneksizdi zaten bu, koşu bandındaki performansından belliydi. Hayır olan müessesimizin adına olacak.” Neyse ben de spor yapacağım diye neden terli bir sürü insanla aynı havayı solumak zorunda kaldığımı da hiç anlamadım. Ve bu devir de kapandı.
Ha bir de arada bir sürü tombalağın (yarebbi bana dava açacaklar) kendinden hareket eden aletlerle yaptığı pek pasif jimnastik serisine katılmıştım. İnsana ağır geliyor be yav. Hani o kadar mı acizim diyerek, ayaklarında hala işten geldikleri naylon çorapla dolaşan kadınlara bakarak, ağlayarak dışarı kaçmıştım. Paramı bile almadan.
Ama yaş kemale eriyor ya, metabolizma neyin yavaşladı. Yediklerim “ooh top top et oluyor” vallahi.
Haftalardır havaların ısınmasını, bu vesileyle kendimi sahillere vurup yürüyüş yapmayı hayal ediyordum. Bu zamana dek de, ay bulut geldi, ay rüzgar esti diye erteliyordum.
Bugün çok kararlı bir şekilde geldim eve. Hem kafamı da dağıtırım dedim. Tabi kendini benim “doğal koçum” ilan eden oğlum benden önce hazırlanmıştı. “Bittin sen” dedim içimden. Hem de ne bitme.
Bana göre sahildeki en iyi yerlerden biri olan Tarabya sahilinde, arabayı “Hayrola café”nin oraya park ettim. Sonra…
C: Hadi anniş başlayalım.
A: Peki, Yeniköye kadar hızlı tempo yürüyeceğiz.
C: Hayır koşalım. Ayrıca o kadar gitmeyelim kayboluruz.
A: Bugün ilk günüm koşmayalım. Hızlı yürüyelim. Sen de dakika tut. Ayrıca neden kaybolalım?
10 dk. sonra
C: Hadi geri dönelim.
A: Olur mu, daha yeni başladık.
C: Hadi koşu yarışı….
der ve aksi istikamete doğru kaba etlerine neft yağı sürülmüş gibi koşmaya başlar.
Geri döndüğümüzde arkasından bağırmaktan ve koşmaktan bitap düşmüştüm.
Tekrar yürümek istedim, “koçun olarak şurada jimnastik yapalım diyorum” dedi.
Belediyelerin çeşitli yerlere kurdukları jimnastik alanlarını faydalı bulmama rağmen nedense çok komiğime gitmiştir. Üzerinde genelde çarşaf ya da ekstra türbanlı kişileri görmemden midir nedir bilemiyorum. Hadi çekinmeyin, söyleyin. Onlar spor yapamaz mı deyin. Pek tabi yaparlar ama bileğe kadar etekle değil. Hatta etekle değil.
Neyse yapacak birşey olmadığına karar verip mekana çöktüm. Oğlan 2 tost, bir meyva suyu tüketti ve basbayağı uzun süre spor yaptı. Ben bir kahve içtim. O aletlerle spor yapan yukarıda bahsi geçen kişileri izledim. Basen bölgelerine bakınca o aletlerin bir işe yaramadığına karar verdim. Ben arabadan 3. Sınıf matematik kitabını alıp kesirlere çalıştım (küçük effendi iyi anlamamış da, anlatabileyim diye). Balıkçıları izledim. Orta 1’e giden kağıt helva satıcısı kızla sohbet ettim.
Sonra sosyetik hayrola café’ye 25 tl vermek suretiyle oğlan ve hayırlar olsun mekanı tarafından kandırıldığımı, bunun zaten zorla başladığım spor hayatımın bitirilmesi için bir komplo olduğunu düşünerek eve geldim.
Yarın evden gizlice mi çıksam? Yoksa bir dirhem et, bin ayıp örter demek suretiyle portakal kabıığı görüntülerimle yayılmaya devam mı etsem?
Nedense tipimden midir nedir, gerçek yüzüm ortaya çıkana dek beni gözüne kestiren çeşitli öğretmenler bir spora yönlendirmeye çalıştı ama keçi inadımla herkeşi püskürttüm.
Yüzmeyi Karadeniz dalgalarında büyüklerimizi taklit ederek öğrendim, neredeyse her arkadaşım gibi. Konu komşunun henüz yüzme bilmeyen bir çocuğu sapık bir şekilde sulara atıp “bövv” diye eğlenme çabalarına rağmen sudan hiç korkmadım. Hatta bu konuda o kadar cesaretliydim ki can simidi ile yüzdüğüm zamanlarda “devamına karışmayız, boğulabilirsin” dubalarını geçmiştim bir seferinde. Geriye baktığımda karınca gibi görünen sahilde bir toplanma, bir kalabalık. Yaklaştıkça annemin ufuk çizgisinde sarı mavi simidimle beni görüp fenalık geçirdiğini, çevredekilerin onu sakinleştirmeye çalıştığını ve beni almak için cankurtarandan yardım istediklerini ve akabinde nasıl bir ceza alacağımı tahmin etmem hiç zor olmamıştı.
Yılmadım. Hatta 30’lu yaşlarımda Enka’da yüzerken stil dersi aldığım hoca, “keşke küçükten başlasaydın bu işe, çok yazık olmuş” demişti. Kendisinin de kökeni Zonguldak’tı ve afedersiniz eşşek kibin biliyordu böyle birşey olmayacağını. Maytap geçti benle sanırım.
Arada kendimi salon sporlarına da vermiştim, sağlıklı olalım diye. Ama bu kadar sıkıldığım saatler olmamıştı. Kendime inat yaptığım için ciddi ciddi gidiyordum ama benim gibi yeteneksiz birinin kendini o aletlere kaptırması an meselesi. “Nani nani…(bu 112 acil servis sesi). -Baayana ne olmuş? -Kafası iki ağırlık arasında kalmış. – Ne yapıyormuş ya, nasıl olmuş? – Valla bilemiyoruz ama aynı anda hem bacak hem de kol kaslarını çalıştırırken oldu diyolla. Yeteneksizdi zaten bu, koşu bandındaki performansından belliydi. Hayır olan müessesimizin adına olacak.” Neyse ben de spor yapacağım diye neden terli bir sürü insanla aynı havayı solumak zorunda kaldığımı da hiç anlamadım. Ve bu devir de kapandı.
Ha bir de arada bir sürü tombalağın (yarebbi bana dava açacaklar) kendinden hareket eden aletlerle yaptığı pek pasif jimnastik serisine katılmıştım. İnsana ağır geliyor be yav. Hani o kadar mı acizim diyerek, ayaklarında hala işten geldikleri naylon çorapla dolaşan kadınlara bakarak, ağlayarak dışarı kaçmıştım. Paramı bile almadan.
Ama yaş kemale eriyor ya, metabolizma neyin yavaşladı. Yediklerim “ooh top top et oluyor” vallahi.
Haftalardır havaların ısınmasını, bu vesileyle kendimi sahillere vurup yürüyüş yapmayı hayal ediyordum. Bu zamana dek de, ay bulut geldi, ay rüzgar esti diye erteliyordum.
Bugün çok kararlı bir şekilde geldim eve. Hem kafamı da dağıtırım dedim. Tabi kendini benim “doğal koçum” ilan eden oğlum benden önce hazırlanmıştı. “Bittin sen” dedim içimden. Hem de ne bitme.
Bana göre sahildeki en iyi yerlerden biri olan Tarabya sahilinde, arabayı “Hayrola café”nin oraya park ettim. Sonra…
C: Hadi anniş başlayalım.
A: Peki, Yeniköye kadar hızlı tempo yürüyeceğiz.
C: Hayır koşalım. Ayrıca o kadar gitmeyelim kayboluruz.
A: Bugün ilk günüm koşmayalım. Hızlı yürüyelim. Sen de dakika tut. Ayrıca neden kaybolalım?
10 dk. sonra
C: Hadi geri dönelim.
A: Olur mu, daha yeni başladık.
C: Hadi koşu yarışı….
der ve aksi istikamete doğru kaba etlerine neft yağı sürülmüş gibi koşmaya başlar.
Geri döndüğümüzde arkasından bağırmaktan ve koşmaktan bitap düşmüştüm.
Tekrar yürümek istedim, “koçun olarak şurada jimnastik yapalım diyorum” dedi.
Belediyelerin çeşitli yerlere kurdukları jimnastik alanlarını faydalı bulmama rağmen nedense çok komiğime gitmiştir. Üzerinde genelde çarşaf ya da ekstra türbanlı kişileri görmemden midir nedir bilemiyorum. Hadi çekinmeyin, söyleyin. Onlar spor yapamaz mı deyin. Pek tabi yaparlar ama bileğe kadar etekle değil. Hatta etekle değil.
Neyse yapacak birşey olmadığına karar verip mekana çöktüm. Oğlan 2 tost, bir meyva suyu tüketti ve basbayağı uzun süre spor yaptı. Ben bir kahve içtim. O aletlerle spor yapan yukarıda bahsi geçen kişileri izledim. Basen bölgelerine bakınca o aletlerin bir işe yaramadığına karar verdim. Ben arabadan 3. Sınıf matematik kitabını alıp kesirlere çalıştım (küçük effendi iyi anlamamış da, anlatabileyim diye). Balıkçıları izledim. Orta 1’e giden kağıt helva satıcısı kızla sohbet ettim.
Sonra sosyetik hayrola café’ye 25 tl vermek suretiyle oğlan ve hayırlar olsun mekanı tarafından kandırıldığımı, bunun zaten zorla başladığım spor hayatımın bitirilmesi için bir komplo olduğunu düşünerek eve geldim.
Yarın evden gizlice mi çıksam? Yoksa bir dirhem et, bin ayıp örter demek suretiyle portakal kabıığı görüntülerimle yayılmaya devam mı etsem?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder