Toprak çocuğuyum ben. Kendim de, burcum da toprak. Ondan yetişen her şey nimet, benim sadık yarim misali ama özellikle çiçekler...
Geçen gün arabada giderken yolun kenarındaki mor laleleri gördüm. Her nekadar bu şehrin yöneticilerinin alt yapı sorunlarını çözerken cimri, üst yapıya cömert olmalarını yadırgasam da içim sevinçle doldu.
Büyük bir heyecanla arka koltukta outran oğluma seslendim: “Lalelere bak, ne kadar güzeller!”
O ise tüm sevincime rağmen 8 sn sonra algılayan bir camış edasıyla şunu söyledi: “Eee ne olmuş? Sen zaten bütün çiçekleri seversin”.
Evet, ben bütün çiçekleri severim, bütün ağaçları, tüm yeşili, kırmızıyı, moru, sarıyı. Ama bazı çiçekler vardır ki, “mazi kalbimde bir yaradır”.
Leylak
Tam iki yıl olmuştu, iki yıl önce Bağdat Caddesinde kucaklamıştım bir demet leylağı. Leylak önemlidir benim için, hem de çok. Bahçemizde açan o kocaman leylak ağacı, annemin öğrencilerinin tam bu vakitler ona getirdiği leylak demetleri. Leylak annem demek, bazen annemin minik bir parçasını döpiyesinin soluna iliştirmesi demek, bahar demek, yaz geliyor demek, güzel koku demek, çok şey demek.
5-6 yıl olmuştur. Bir leylak fidanı almıştım aşağıdaki çiçekçiden. Balkonda bakıyordum ona. İki yıl mutlu etti beni, üçüncü yıl o zayıf filizden bir tane bile çiçek çıkmadı. Yılmadım derken altına diktiğim çiğdemler filizlendi, bir baktım kış gelmiş. Ve birgün eve geldiğimde bahçede daha iyi durur diye bahçeye indirilmiş. Bir daha hiç açmadı ben her bahar ona koşarken...
Geçtiğimiz haftasonu Taksim’de gördüm leylak satan bir kadın. Demetleri aldım, kokladım, kokladım, içime çektim. O an dünya benim oldu, çocuk oldum. Yanımda oğlum, öbür yanımda elinde plan defteriyle okuldan dönen annem, biz yürürken AKM’ye doğru, o leylak fidanını çocukluğuma diken dedem, canım dedem yattığı yerden bize el salladı. Şimdi narin dallarına bakıyorum, biraz daha geç solsunlar diye devamlı su veriyorum.
Lale
Bizim bahçede en çok kırmızısı olurdu. Kırmızı ve kocaman, ayrı bir özenle onlar için ayrılmış yerde bakılırdı. Aceleleri olurdu hep bir an önce solmak için ve tam olarak açtıklarında gelinciğe benzerlerdi, onun kadar kırılgan ve sessiz.
Soğanlar aldım bir sene. Üç tanesi siyaha yakın bir renk çıktı. Tam bir sonraki seneye onları nasıl saklayacağımı düşünürken bir gün komşum aradı: “Ya kapıcının bahçeye boca ettiği senin saksılar mı?” Evdeki kadını mı, kapıcıyı mı (normalde apartman görevlisi derim ama aklıma geldikçe sinirleniyorum) öldüreyim derken vazgeçtim. Şimdi ancak vazoda görüyorum, balkonuma lale dikmiyorum.
Hercai
Hercai menekşe denirmiş sonradan öğrendim. Bizim oradakiler daha ufak olurdu, İstanbuldakiler hormonlu. Ama hepsinin ortak bir özelliği var. Küçük ablamın ifadesiyle “ bize bakıyorlar”.
Kasımpatı
Hüzün. Bizim zamanın okullarında Atatürk’ün ölüm yıldönümlerinde okuldaki büstü süslemek için götürdüğümüz tek çiçek. Kışın habercisi cılız bahçelere en çok o hayat verir. Kasımpatı 10 Kasım demek, saygı duruşu demek, üşümek demek, hüzünden mi soğuktan mı bilmemek.
Bir mahsun mor menekşe ağlıyor mu ne?
bahçemizde yabani ve evcil her türlü menekşe evin en dip duvarlarına dikilirdi. Yabaniler daha kırılgan ama daha ilginç gelirdi bana. Memleketimin ormanında baharla beraber gelirler yaşama. Kaç kez denedim biliyorum, sanırım sadece orada yaşıyorlar.
Bahar dalı
Yapma çiçekleri sevmem. Ama o mağazanın süslemesinde kullanılan ve bana satılmayan bahar dalı çok canımı yakmıştı. Adı gibi bahar. Nazik. Yaşam dallarında mı, gül gibi açılan narin çiçeklerinde mi bilinmez.
Ve saksıda son sardunyalar Ilıca akşamları, ve mimozalar Çeşme rüzgarı ve yasemenler çocukluğumun misafir ziyaretleri ve filbahriler doğduğum evin kokusu.
Farkında olmadan çiçeklere kodlanan bir yaşam.
Ve yaş 35, yolun başı...
Geçen gün arabada giderken yolun kenarındaki mor laleleri gördüm. Her nekadar bu şehrin yöneticilerinin alt yapı sorunlarını çözerken cimri, üst yapıya cömert olmalarını yadırgasam da içim sevinçle doldu.
Büyük bir heyecanla arka koltukta outran oğluma seslendim: “Lalelere bak, ne kadar güzeller!”
O ise tüm sevincime rağmen 8 sn sonra algılayan bir camış edasıyla şunu söyledi: “Eee ne olmuş? Sen zaten bütün çiçekleri seversin”.
Evet, ben bütün çiçekleri severim, bütün ağaçları, tüm yeşili, kırmızıyı, moru, sarıyı. Ama bazı çiçekler vardır ki, “mazi kalbimde bir yaradır”.
Leylak
Tam iki yıl olmuştu, iki yıl önce Bağdat Caddesinde kucaklamıştım bir demet leylağı. Leylak önemlidir benim için, hem de çok. Bahçemizde açan o kocaman leylak ağacı, annemin öğrencilerinin tam bu vakitler ona getirdiği leylak demetleri. Leylak annem demek, bazen annemin minik bir parçasını döpiyesinin soluna iliştirmesi demek, bahar demek, yaz geliyor demek, güzel koku demek, çok şey demek.
5-6 yıl olmuştur. Bir leylak fidanı almıştım aşağıdaki çiçekçiden. Balkonda bakıyordum ona. İki yıl mutlu etti beni, üçüncü yıl o zayıf filizden bir tane bile çiçek çıkmadı. Yılmadım derken altına diktiğim çiğdemler filizlendi, bir baktım kış gelmiş. Ve birgün eve geldiğimde bahçede daha iyi durur diye bahçeye indirilmiş. Bir daha hiç açmadı ben her bahar ona koşarken...
Geçtiğimiz haftasonu Taksim’de gördüm leylak satan bir kadın. Demetleri aldım, kokladım, kokladım, içime çektim. O an dünya benim oldu, çocuk oldum. Yanımda oğlum, öbür yanımda elinde plan defteriyle okuldan dönen annem, biz yürürken AKM’ye doğru, o leylak fidanını çocukluğuma diken dedem, canım dedem yattığı yerden bize el salladı. Şimdi narin dallarına bakıyorum, biraz daha geç solsunlar diye devamlı su veriyorum.
Lale
Bizim bahçede en çok kırmızısı olurdu. Kırmızı ve kocaman, ayrı bir özenle onlar için ayrılmış yerde bakılırdı. Aceleleri olurdu hep bir an önce solmak için ve tam olarak açtıklarında gelinciğe benzerlerdi, onun kadar kırılgan ve sessiz.
Soğanlar aldım bir sene. Üç tanesi siyaha yakın bir renk çıktı. Tam bir sonraki seneye onları nasıl saklayacağımı düşünürken bir gün komşum aradı: “Ya kapıcının bahçeye boca ettiği senin saksılar mı?” Evdeki kadını mı, kapıcıyı mı (normalde apartman görevlisi derim ama aklıma geldikçe sinirleniyorum) öldüreyim derken vazgeçtim. Şimdi ancak vazoda görüyorum, balkonuma lale dikmiyorum.
Hercai
Hercai menekşe denirmiş sonradan öğrendim. Bizim oradakiler daha ufak olurdu, İstanbuldakiler hormonlu. Ama hepsinin ortak bir özelliği var. Küçük ablamın ifadesiyle “ bize bakıyorlar”.
Kasımpatı
Hüzün. Bizim zamanın okullarında Atatürk’ün ölüm yıldönümlerinde okuldaki büstü süslemek için götürdüğümüz tek çiçek. Kışın habercisi cılız bahçelere en çok o hayat verir. Kasımpatı 10 Kasım demek, saygı duruşu demek, üşümek demek, hüzünden mi soğuktan mı bilmemek.
Bir mahsun mor menekşe ağlıyor mu ne?
bahçemizde yabani ve evcil her türlü menekşe evin en dip duvarlarına dikilirdi. Yabaniler daha kırılgan ama daha ilginç gelirdi bana. Memleketimin ormanında baharla beraber gelirler yaşama. Kaç kez denedim biliyorum, sanırım sadece orada yaşıyorlar.
Bahar dalı
Yapma çiçekleri sevmem. Ama o mağazanın süslemesinde kullanılan ve bana satılmayan bahar dalı çok canımı yakmıştı. Adı gibi bahar. Nazik. Yaşam dallarında mı, gül gibi açılan narin çiçeklerinde mi bilinmez.
Ve saksıda son sardunyalar Ilıca akşamları, ve mimozalar Çeşme rüzgarı ve yasemenler çocukluğumun misafir ziyaretleri ve filbahriler doğduğum evin kokusu.
Farkında olmadan çiçeklere kodlanan bir yaşam.
Ve yaş 35, yolun başı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder